Uncategorized

Türk Sanatında Cesaretin Diğer Adı ‘Bedri Baykam’

Bir ömre sığabilecekler iyice planlandığında mucizeler yaratılabilir, kendinden emin bir adım cesaretle birleştiğinde bir devrim yaratabilir. Türk sanatı adına bir devrim yaratan Bedri Baykam’ın hayatını anlatmak çok zor. Kendisinden dinlemek için kurucusu olduğu Piramid Sanat’ta bir araya geldik ve hayatı onun penceresinden dinlemeye doyamadık.

Resim hayatınızda nasıl başladı diye sormak sizin gibi bir sanatçıyla röportaja başlamak için eksik kalacak. Sanat hayatınıza baktığımda Türk sanat tarihi açısından Doğu sanatını Batıya karşı savunan cesur bir genç sanatçı olduğunuz noktadan başlamak doğru geliyor. Buradan baktığınızda Türk sanat tarihi açısından yerinizi nasıl görüyorsunuz?

Türk sanat tarihi hakkındaki yerimin ne olduğunu başka sanatçı veya sanat tarihçi meslektaşlarım veriyor zaman içinde. Onun için ben konunun adını koyma kısmına girmeyeyim. Sonuçta ben bu mesleği yaparken en başından beri, genç bir sanatçı olarak Amerika’da “var olmak” için mücadele ettim. Hem de bir sanatçının savaş yılları diyebileceğim ortamda da “Ben kimim? Nerede sanat yapıyorum? Hedefim ne?
Nasıl bir ortamda neyle mücadele ediyorum? Hangi Amerikalı, Fransız veya Alman
sanatçılarla karşılaştırıldığımda nasıl zorluklarla boğuşuyorum? Ya da onların dışında hangi
zorluklarla boğuşuyorum? İçinden yetiştiğim ortamın, toprağın bana ne kattığı, ne götürdüğü, uluslararası planda hangi önyargılarla savaşmak durumunda kalıyorum? Burada Batılı sanat tarihçi, küratör veya eleştirmenin içine düştüğü tuzaklar ne? Tüm sanat ortamının beklentileri, vizyonu ne?” gibi birçok soruya yanıt bulmaya çalıştım. Bunları tartarak ve bunların geniş vizyonlu perspektifine oturtarak bu mesleğe profesyonel yetişkin sanatçı olarak girdim 1980’lerin en başından itibaren.

Ve bu soruları sorarak nelerin farkına
vardınız?

Amerika’da genç bir sanat öğrencisiyken gördüğüm ilk şey Batı’nın üç beş ülkesinin hiçbir şeyi sorgulamadan, yalnız kendi doğrularına inanarak ve yalnız dört beş batı ülkesinin tartışılmaz diye sundukları üstünlüğünü ve maddi gücünü kullanarak sanat tarihini kendisine göre yazdığını, yönlendirdiğini, sınırlar koyduğunu hemen fark ettim. Bununla mücadele hakkı gördüm kendimde. Yani 1984’deki “San Francisco Manifestosu” bu mücadele hakkından doğdu. Bunu takip eden “Batı’nın Bir Oldu Bittisi : Modern Sanat Tarihi” başlıklı araştırmam ve “Maymunların Resim Yapma Hakkı” kitaplarım da bu şekilde doğdu.

Bu manifesto nasıl bir etki yarattı o dönemde?

Ve ben bu manifestoyu yazdım ve San Francisco Müzesi’nde dağıttım diye, Amerika’da
röportajlarım, makalelerim çıktı diye, bir günde bir şeylerin değişeceğini beklemiyordum. Ama bunlar tohum. Siz doğruları atarsınız, ama karşınızda milyar dolarlık çarklar var. Söylediğinizden eminseniz ve ne olursa olsun arkasında durabileceğinizi hissedebiliyorsanız, bu mücadeleye daha rahat giriyorsunuz. Mesela ben büyük riskler alarak, cebimde sadece 20 dolar varken müzenin önünde manifesto dağıtma ve eylem yapma cesaretinde bulundum.
Vizem bitmişti, Amerika’da daha kötü durumda olamazsınız. Ve birileri, Amerikalı veya Türk
gelip de “Sen kim bunları söylemek kim?” diye eleştirebilirdi beni, hatta belki tutuklanabilirdim. Oysa ben ne olduğumu, neyi niçin söylediğimi çok iyi biliyordum, içimde hiçbir tereddüt yoktu. Sonra o önemli buluşmaya San Francisco Müzesi’nde katılan California’nın en önemli sanat tarihçi Peter Selz ilk müttefikim oldu, haklı olduğumu kanıtlayan makaleler yazdı, her yerde anlattı, benim fikirlerimi savundu. Mesela daha geçen yıl Londra’da Penguen Books’tan ‘Why We Are Artist?’ diye bir kitap çıktı, sanat tarihine yön veren 100 manifestoyu irdelediler kitapta. İçinde benim San Francisco Manifestosu da var.
34 yıl sonra böyle bir kitapta yer alabilmek, bir ömre göre uzun yıllar gibi gelse de, belki kültür tarihine göre oldukça hızlı bir gelişim!

“Ben kimim? Nerede sanat yapıyorum? Hedefim ne? Nasıl bir
ortamda neyle mücadele ediyorum? Hangi Amerikalı, Fransız
veya Alman sanatçılarla karşılaştırıldığımda nasıl zorluklarla
boğuşuyorum? Ya da onların dışında hangi zorluklarla boğuşuyorum?

Siz bekliyor muydunuz bu etkileri?

Etkilerini yavaş ilerleyecek bir gelecekte göreceğimi biliyordum. Dünyanın bakış açısı yavaş yavaş değişti. Bu çıkışları yaptığımda, dünyada daha 90’lar ekseninde moda olacak ‘multiculturalism’in daha adı okunmuyordu. Yani fazla öncü bir hareketti benimki. “Uzaylılar da sanat yapabilir ve onları da sergilemeniz lazım” desem, bu cümle onlara ne kadar absürd veya sürrealist gözükecekse “Burada neden Türk veya Kolombiyalı veya Faslı sanat eseri yok?” sorusunu sorgulamam da o kadar garip geliyordu. Hele 1984’de! İnanın Lafonten canlanmış da, komik hikayeler masallar anlatıyor gibi görünüyordu. Dünyanın bu taraklarda hiç bezi yoktu.

Bugün daha uluslararası bir anlayış olmasında sizin katkınız büyük..

Bugün artık en azından bienaller düzeyinde, genel söylemler düzeyinde en azından hakkınla uluslararası gözükmek için veya dünya şampiyonu gözükmek için, sanatsal buluşmalara daha fazla bayrak ve ülke katılımı olması gerektiğini gördüler. Hiç olmazsa bunu öğrendiler. Benim hareketimde hiçbir zaman tereddüttüm olmadı. Bu çıkışı yaptığım zaman, gelişmekte olan ülkeleri savunduğum için kendi ülkemde de tebrik almadım, alkışlanmadım. Alkıştan çok arkadan çelme veya hançer geleceğini de biliyordum. Çünkü sanat öyle bir ego çarpışma alanı ki ‘Bu harekette bulunan neden ben olmadım’ diye düşünüyor karşınızdakiler. Keşke benden önce yapan olsaydı. 20-30 yıldır başkaları söyleseydi de gittiğimizde önümüzde daha açık bir alan bulsaydık, bu kadar kapalı odalar ve sınırlar bulacağımıza…

Hiç mi desteklenmediniz?

Hakkını yemeyeyim, birçok eleştirmen ve sanat tarihçi dostum da destekledi. Ama arkadan hançerleyen ve çelme takan da çok kişi oldu. Daha çok oldu. Ben destekleyenlere şaşırdım,
çelme takanlara değil. Çünkü çok siyasi bir evde büyüdüğüm için, siyasetin haklı olmak
değil, haklı olduğun zaman bile aldığın darbeler üzerine yürüyen bir silsilesi ve tarihi olduğunu bildiğim için, ben olumlu yaklaşanlara çok teşekkür ettim ve şaşırdım. Diğerlerini de normal buldum. Hatta çoğuna fazla kızmadım bile. Normal buldum.

Neydi Batı’nın yaklaşımlarında sizi çileden çıkaran?

Batılı öncü sanatçılar, Güney ve Doğu ülkelerinin sanatından açıkça esinlenerek yapıtlarını geliştirip sanat yaptıklarında, batı modernizmine üst üste çağ atlatan yaklaşımları ithal etmiş ve doğrudan kullanmış olmalarıyla modern sanat dünyası doğdu. Batı öyle bir sistem yaratmıştı ki bu çağ atlatma işinden de çifte kredi açıyordu kendine. Hem yapılan işler böylece taze bir soluk taşıyor, hem de batılı sanatçılar bunun da üzerine ufuklarını genişletmekle övünüyordu. Oysa sen Güney ve Doğu ülkelerinden gelen sanatçı olarak Batı sanat ortamındaki Sürrealizm, Kübizm, Ekpresyonizm diye adı konmuş bir bölgeye biraz değen bir kapsama alanında top koşturduğunda, hemen “Sen türev sanat yapıyorsun, bu senin sanatın değil, sen kendi bölgenin sanatını yap” diye eleştiriliyordun! Bizden kilimlerle,
kaligrafiyle, hat sanatıyla ilgilenen sanatçılar olmamız bekleniyordu. “Kendi zanaatınla ilgilen, sanat bizim alanımız” diyorlardı. Doğulu bir bilim adamıysan, sen karışmamalıydın, kansere çözüm bulmak onların ilgi alanı olmalıydı. Ama sen kendi bölgende mesela alerjilere iyi gelen bir ısırgan otun varsa ondan bahsedebilirdin. ‘Haddini bil’ mesajı veriliyordu kısacası. Ben de o verdiğim savaşta bir Fransız ya da İngiliz sanatçılara yerel kaynakları sorulmadığına göre, bana da sormaya haklarının olmadığını anlatmaya çalışıyordum. Sanatın evrensel bir alan olduğunu ve yerel yaklaşımları kullanmamaları gerektiğini, olsa olsa bir dünya kültürüne bağlı olduğunu açıkça bağırıyordum.

Kurucusu olduğunuz Piramid Sanat da evrensel bir sanat anlayışında…

Kendi kurduğum sanat galerimin adı neden Piramid? Çünkü herkes kendi geçmişi ve geleceğe bakış perspektifini bugün dünyanın her yerinden aldığı bilgi, belge, bulgularla her birini bir tuğla saysanız, bunları üst üste koyarak bir kendi geçmişinizi ve geleceğe bakışınızı oluşturursunuz. Her ikimizin kültürel piramidinde belki Mozart vardır, belki Aşık Veysel vardır, belki varoluşçuluk vardır ama belki sizde daha fazla hat sanatı vardır, bende zen vardır. Bu kültürel paketler yalnızca içine doğduğun ortamla ilgili değil, hele bu çağda internetle, son 30 yılda seyahatlerle, dergilerle, tercüme kitaplarla, insanların çok daha rahat bir yerden bir yere gitmesiyle, kalmasıyla paylaşılan bir dünya kültürünün seçimleri. Yani Ege arkeolojisiyle en iyi ilgilenen illa siz veya biz olmayacağız, bu işin eksperi Alman Hans da olabilir, Avusturyalı Helga da olabilir. Aynı şekilde Picasso’nun da en büyük eksperi ben olabilirim. Dolayısıyla bu artık paylaşılan bir dünya kültürü ve maymunların resim yapma hakkı, konuşma hakkı, düşünme hakkı eşit. Yani Batılılar bizim, geleneksel olamayan çağdaş sanat yapma hakkımızı çok geç anladılar. İşte o savaşı verdim 35 yıldır.

“Artık Türk genç sanatçılar yaptığımız devrimi zevkle kullanıyorlar. Ben de onlar adına çok mutluyum.

Yazının devamı için / shopier.com/ArtisansDergi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir